Mayıs ayının; ezilenler, devrimciler, Kürtler ve
daha da önemlisi Özgürlük Hareketi ve Türkiye için son derece önemli olduğu hep
vurgulanagelmiştir. Mayıs ayı; emek, mücadele, sınıf ve “başka” bir dünya için
evrenselleşen bir ay durumundadır. Sosyalizm, demokrasi ve eşit bir dünyanın
ortak ayı da denilebilecek olan Mayıs ayını, enternasyonalist bir ay olarak
görmek çok daha doğru olacaktır.
Evrensel ve ortaktır; çünkü birinci günü tüm dünya
ezilenlerinin, eşitlik, demokrasi ve mücadeleden yana olanların bayramıdır.
Dünyanın tüm ezilenleri bu ayın ilk gününü kendi bayramı olarak ilan etmiş ve
1889’dan bugüne kadar "Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü” olarak kabul
edilmiştir. Buna “1 Mayıs, Dünya Emekçiler Günü” diyoruz. Bugünün bayram olması
için sayısız işçinin kanı dökülmüştür. Aslında kanla, emekle, mücadeleyle, ter
ve kavgayla yoğrulmuş bir bayram ve evrenselleşen bir gündür.
Sadece 1 Mayıs Bayramını bayram yapan olayları
değil, Mayıs ayına bir bütün olarak anlam veren değişik ülkelerde yaşanan olaylar zincirini de asla unutmamak
gerek. Elbette ki bu zincirsel gelişmeler boyutunda, sadece kendiliğinden
yaşanan bazı olaylar gelişip boy vermemiştir. Ama aynı zamanda bu aya devrimci
bir ruh ve bilinç katan, ona ideolojik ve düşünsel maya veren çok önemli
devrimci gelişmeler de olmuştur. Bu gelişmelerin en somut, en bilinçli ve en
örgütlü hali Türkiye ve Kürdistan’da gerçekleşmiştir. Bu nedenle, Türkiye ve
Kürdistan’daki devrimci mücadele ve yaşanan kahramanlıklar Mayıs ayına çok daha
derin anlamlar katmıştır.
Önce 6 Mayıs 1972 yılında THKO’nun önderleri
Hüseyin İnan, Deniz Gezmiş ve Yusuf Aslan faşist Türk devleti tarafından idam
edilir. Her üç önder de Türkiye’de sosyalizmi amaçlayan devrimci programla yola
çıkar ve son nefesine kadar bu mücadelenin hayat bulması için kavga eder.
Faşist oligarşik devlet yapısı, sonunda her üç devrimciyi de idam eder. Böylece
Mayıs ayı, üç devrimci önderin kanıyla daha da kızıllaşır.
Bir yıl sonra bu kez TİKKO önderi İbrahim Kaypakaya
hunharca katledilerek öldürülür. Faşist Türk devletinin sömürgeci yüzünü de
açığa çıkartan İbrahim Kaypakaya, 1973 yılının 18 Mayıs’ında Diyarbakır
Zindanı'nda bedeni paramparça edilerek, “ser”i adeta bedeninden koparılarak
katledilir. Büyük işkenceler yapılır, tarif edilemez acılar çektirilir,
günlerce askıda bırakılır, elleri-kolları kırılır, bedeni parçalanır, ama O;
ser verir, sır vermez. “Ben bir ulusun, işçilerin, emekçilerin, köylülerin
hakkını savunan bir komünist, önder bir devrimciyim” der ve sömürgeci faşist
devlet karşısında diz çökmez, boyun eğmez. Son nefesini verirken de, “birgün
Türkiye halkı da, ezilen Kürt ulusu da kurtulacaktır, bunu böyle bilin” diye
işkencecilerin yüzüne haykırır. Mayıs ayı, İbo’nun kanıyla daha kızıllaşır,
daha da anlamlı bir mücadele mevzisine dönüşür.
Bu kez Kürdistan’dan bir çığlık yükselir. Bir
kadın; devrimci, yurtsever, ruhunu özgürlükle yoğurmuş bir Kürt kadını,
sömürgeciliğe baş kaldırır. Bu yiğit kadın; “halkımın kurtuluşu, ülkemin
bağımsızlığı için ne lazımsa onu yapmalıyım” diyerek faşist Baas rejiminine
karşı kavganın en derin ve en tehlikeli mevzisinde yer alır. ”Halkımın kanına girenin ruhunu
fethetmeliyim, hemcinslerime, anne ve bacılarıma, kadın yoldaşlarıma tecavüz
edenlere yaşama hakkı tanımamalıyım ve ülkemin semalarında yükselen zehirli
dumanlarının arasından büyüyen Kürt çocuklarının çığlıklarını dünyaya
duyurmalıyım” diyerek büyük bir eylemin arifesindeyken faşist Baas rejimine
esir düşer.
Ve 12 Mayıs 1974 yılının şafağında bu yiğit Kürt
kadını Leyla Kasım ve arkadaşları Cevad Hemevendi, Neriman Fuad Mesti, Hesen
Heme Reşid ve Azad Süleyman Miran Irak Baas rejimi tarafından hunharca idam
edilir. Şimdi Kürdistan dağlarında binlerce Leyla Kasımlar, binlerce Fuad,
Cevad, Neriman, Reşid ve Azadlar var…
Üç yıl sonra, bu kez Kuzey Kürdistan’da kan
dökülür. Bu kez burada bir önder, bir sosyalist, bir enternasyonalist devrimci
katledilir. Karadeniz'in derinliklerinden boy veren bu devrimci
enternasyonalist, Kürdistan’da kanını akıtarak iki halkın kaderini birleştirir.
Karadeniz'den Ankara’ya, oradan da Kürdistan’a doğru bir kasırga gibi, bir
‘hayalet’ gibi dolaşan bu önder enternasyonalist devrimci, kurulan özel bir
komployla katledilir. Haki Karer, Kürdistan’ın kurutulmuş, çorak hale
getirilmiş, ruhu ve damarları tamamen kesilmiş toprağına tohum olmak için
gelmişti. Dili yasaklanmış, kültürü soykırımdan geçirilmiş, iradesi ve sözü
tamamen yok edilmiş Kürt halkına irade olmak, söz ve ruh olmak için gelmişti.
Başkan Abdullah Öcalan’ın “sağ kolum” dediği bu büyük enternasyonalist, Kürt
halkının dilini bilmemesine, yaşamına yabancı olmasına rağmen, dil ve yaşam
olmak için her şeyini, ülkesini, evini, ailesini, anne ve babasını,
kardeşlerini bırakıp gelmişti Kürdistan’ın Dilok bölgesine…
Ve 18 Mayıs 1977 yılında, O da kalleşçe kurulan bir
pusuda, vahşice inşa edilen bir komploda katledilir. Türk sömürgecileri
tarafından kurulan, sahte ve taşeron olarak oluşturulan Sterkasor denilen örgüt
tarafından katedilen Haki Karer, APOCU hareketin içinde önde gelen
enternasyonalist bir devrimci olarak, Mayıs ayını çok daha anlamlı kılar. Artık
sadece emekçilerin kanı değil; devrimcilerin, sosyalistlerin, enternasyonalist
önderlerin kanı da Mayıs ayına akıtılmış olur.
Haki Karer’in katledilmesi ile birlikte APOCU
hareketin de biteceği düşünülmüştü. Komplonun amacı buydu. Bir de Türk ve Kürt
halkının gerçek kardeşliği de hedeflenmişti bu komploda. Ancak gelişmeler,
komplocuların ve cinayeti işeten sömürgecilerin dediği gibi olmadı. Tam tersine Haki Karer’in şahadedi
APOCU hareketin büyük gelişmesine ve giderek partileşmesine sebeb oldu. Başkan
Abdullah Öcalan “önümüzü kesmek için, bizi korkutmak için, mücadeleyi bırakıp
kaçmamıza vesile olsun diye Haki’yi vurdular. Ancak onu yaşatmaya yemin ettik
ve şahadeti önce partileşemeye, sonra silahlı mücadeleyi tırmandırmaya ve
ardında halk savaşını başlatmaya götürdü beni” demişti manifestosunda.
Ve şimdi dünyanın dört bir yanında milyonlarca Haki
var. Onun enternasyonalist ve devrimci ruhu dolaşıyor Kürdistan’da, Türkiye’de
ve Ortadoğu’nun dört bir yanında…
Halil Çavgun’da bu ayda, yani Mayıs ayında
vurularak şehit olmuştu. Haki Karer’in şahdetinden bir yıl sonra, O'nun ölüm
yıldönümünün afişini asarken Hilvan’da çete konumunda olan Süleyman Aşireti'nin
reisleri tarafından katledilmişti. Halil Çavgun, Haki Karer’in çizgisini
sürdüren, grup döneminin ruhunu en doğru ve militanca yerine getirme çabasında
olan bir öncü kadro olarak çalışmalarda bulunmuş, bulunduğu Hilvan’da büyük bir
örgütleyici irade olarak öne çıkmıştı. Bu çıkışı gören aşiret reisleri ve Türk
devleti onu yok etmenin planına girişmişti. Sevilen ve sayılan Halil Çavgun
karanlıkta vurulurken “kahrolsun feodalizm, kahrolsun sömürgecilik, yaşasın
bağımsızlık” sloganı atarak son nefesini vermişti. Mayıs ayı, Halil Çavgun’un
kanıyla bir kez daha kızıl şafağa bürünmüştü…
Mehmet Karasungur... PKK’nin en nadide
isimlerindendir. Duruşu, tavırları, sohbeti, arkadaşlığı, tartışmaları, ikna ve
karşı tarafı etkileme gücü gerçekten de farklıdır. Her şeyiyle, yeni insanın
halini yansıtmaktadır. Yeniyi, yeni insanı yaşayarak, yeni bir dünyayı yaratma
çabasındadır. Sadece konuşmuyor, doğruları konuşarak ifade etmiyor,
arkadaşlığı, yoldaşlığı ezberlerle anlatmıyor, bunları gerçekten de yaşayarak
kurmaya çalıştığı sistemi için örnek bir devrimci, bir PKK kadrosu olma
çabasını derin bir biçimde veriyor.
Bu nadide devrimci, sadece tek yönlü değildir. Aynı
zamanda bir askeri komutandır. Hilvan-Siverek mücadelesinde en önde savaşmasını
bilen bir gerilla komutanı olarak nam yapan bir önderdir. Dar olmayan, sınıfsal
da davranmayan, aynı zamanda Kürdistan’da ulusal birliğinin mutlak anlamda
kurulmasını da şiddetle isteyen bir ulusal devrimcidir de. İşte bu devrimci,
yine Mayıs ayında vurulur kalleşçe. 2 Mayıs 1983 yılında İbrahim Bilgin ile
birlikte Güney Kürdistan’ın Bişteşan bölgesinde Kürdistani gruplar arasında
çıkan çatışmaları durdurmak ve ulusal birliği sağlamak amacıyla görüşmelere
giderken katledilir.
12 Eylül faşizmi kara bir bulut gibi çöker
Kürdistan’a. Kürdistan adeta yeniden işgal edilir. Köyler, şehirler, evler,
kasabalar didik didik aranır. Tüm bunlarla birlikte büyük bir insan avı da
başlar. Amaç PKK’yi bitirmek, PKK kadrolarını katletmek, gençleri zindanlara
alarak büyük bir irade kırımını gerçekleştirmekti.
PKK’nin en önde kadroları Amed Zindanı'na alınır ve
büyük bir vahşet başlar. İşkencelerle birlikte teslimiyet ve ihanet dayatılır.
Kürt düşmanlığı üzerinde inşa edilen vahşet politkasının amacı bir kez daha
'Muhayyel Kürdistan burada metfundur'
demek içindi. Ancak buna karşı direniş de büyüktü. “Hayır, Kürdistan muhayyel
değil, gerçek anlamda var” diyen
direnişçiler vardı. “Teslim olmak yok” diyenler ile “seni teslim alıp yok
edeceğim” diyenlerin büyük mücadelesinin sergilendiği Diyarbakır 5 No’lu Zindanı'nda
Hayri, Kemal, Mazlum ve bir de Dörtler vardı. Dörtler; “bu kez Kürtler
kaybetmeyecek, Kürt ulusu mahcup olmayacak, Kürt kadınları tıpkı Osmanlı ve TC
döneminde olduğu gibi, bu sefer de tecevüze uğramamak için kendilerini
birbirlerine kenetleyip uçurumlardan atmayacak, saçlarını birbirlerine bağlayıp
kendilerini İskor Tepesi'nden boşluğa atmayacaktır. Bu kez biz kazanacağız”
demiş ve 12 Eylül faşizmine karşı bedenini özgürlük meşalesi haline getirmişti.
Ferhat Kurtay, Mahmut Zengin, Eşref Anyık ve Necmi
Öner; 1982 yılında, 17 Mayıs’ı 18 Mayıs’a bağlayan gecenin zifiri karanlığında
34. Koğuşun tenha bir köşesinde üzerlerine neft dökerek kendilerini özgür
Kürdistan’a feda ettti. Dört özge can, dört karanfil çiçeği, dört PKK fedaisi,
dört militan ruh, teslimiyete ve ihanete “hayır” diyerek, Mayıs ayını bedeninde
yükselttiği alazla aydınlatmayı başaran nadide insanlar olarak Kürdistan
tarihindeki yerini almıştır.
11 Mayıs 1992 yılında, Tatvan’da kızıl bir şafak
vaktinde vurulan Gerilla komutanı sanatçı Mizgin’i unutmak elbette ki mümkün
değildir. Mizgin, bir kadın, bir gerilla komutanı ve bir sanatçıdır. Mayıs
ayının ilk haftasında, Türk sömürgeci ordusunun yüzlerce mensubu, sürü halinde
Mizgin’in konumlandığı bölgeye hucum eder. Bölge ablukaya alınır ve sonra
“teslim ol” çağrısıyla kadın iradesini ve gerilla kişiliğini ezmek için, O'nu
sağ olarak ele geçirmeye çalışan faşist ordunun celladı, Mizgin’in makineli
tüfeğinin yanıtıyla karşılaşır. Cellat, onu klasik ve zavallı bir kadın olarak
düşlemiş ve hemen teslim alacağını sanmıştı. Gerilla ve sanatçı Mizgin’in taviz
vermez duruşunu görünce, hayal dünyasındaki kadın tipi tuzla buz
oluvermişti. Gerilla komutanı Mizgin,
son mermisine kadar savaşmış, düşmana vermesi gereken dersi vermiş, Kürt
kadının yeni duruşunun nasıl olduğunu orada hem cellada, hem de ordusuna
göstermişti. Gerilla komutanı Mizgin'i
son kurşunu kendi bedenine sıkarak, adını Kürdistan tarihine altın
harflerle yazarken görmüşlerdi. Mayıs
ayı, bu kez bir gerilla kadının ve bir Kürt sanatçısının kanıyla kızıla
boyanmıştı…
Kanlı, kızıl, emekle, mücadeleyle, kavgayla ve
zaferle yoğrulmuş Mayıs ayı, aynı zamanda Şehitler Ayı olarak tarihe geçen bir
aydır. Mayıs şehitleri şahsında tüm Kürdistan ve devrim şehitlerini saygıyla,
hürmetle ve minnetle anıyoruz...